single-image

HAŞLANMIŞ KURBAĞA

Tabiatta hareket kabiliyetine sahip hemen hemen tüm canlıların kendi hayatlarına yönelik tehditleri algılayan iç mekanizmaları vardır. Bunlar, içinde bulundukları doğal ortamda meydana gelen ani değişikliklere refleks gösterecek şekilde programlanmıştır. Mesela, bir kurbağayı normalden daha sıcak bir suya koyduğunuzda kurbağa hemen can havliyle dışarı zıplar. Ama kurbağayı oda sıcaklığındaki bir suyun içine koyar ve ürkütmezseniz, suda öylece kıpırdamadan duracaktır. Bu arada suyun sıcaklığını da yavaş yavaş arttırdığınızda, çok ilginç bir gelişme gözlemlersiniz. Sıcaklık yükselirken kurbağada hiçbir hareket olmadığı gibi, sanki bulunduğu durumdan çok memnunmuş gibi keyifli görünmektedir kerata. Sıcaklık arttıkça gitgide mayışır, sersemler, içinde bulunduğu kaptan dışarı çıkacak hâli kalmaz. Oysa o anda kurbağanın dışarı çıkmasına engel olacak bir şey de yoktur. Neticede merhamet edip de kurbağayı kaptan dışarı çıkarmazsanız, haşlanacağı muhakkaktır.

İnsanoğlunun sosyalleşme sürecini ele aldığımızda, bu sürecin genel anlamıyla çocukluk ve yetişkinlik olmak üzere iki önemli evresi olduğunu biliyoruz. Bu iki önemli evreden ilki olan çocukluk dönemi, bireyin kimlik oluşumunun başlangıcı olması nedeniyle son derece önemlidir. Tıpkı bir çekirdeğin belli bir coğrafi yapıda ve uygun toprakta meyve ağacı olmaya giden süreçte kök salması gibi. Önce ailenin ve yakın çevrenin, bilahare eğitim kurumlarının ihmal veya yetersizliği, toplumun sosyal bünyesinde onarılması ve geri dönülmesi imkânsız yaralar açabilmektedir. Mesela, her bireyin, toplumun bünyesinde bir doku olduğunu göz önüne alalım. En önemsiz gibi görünen bir organdaki kanserli bu hücre, zamanla bütün bünyenin sağlığını tehdit eder duruma gelmez mi? Tüm vücudu sararak insanı ölüme kadar götürmez mi?

Suç işleyenler, sosyolojik açıdan incelendiğinde bunlarda şöyle bir durumun ortaya çıktığı görülmektedir: Bu kimseler herhangi bir toplumsal zulüm ya da baskı altında değiller, toplumu ayakta tutan inanç ve ahlâki değerlerden ya tamamen yoksunlar ya da çok zayıf bir aile yapısına sahipler.

Bu değerlerden mahrum yetişmiş ana ve babanın çocuk ya da çocuklarına aile dışı bir iyileştirme, pozitif bir müdahale olmadığı takdirde bu sarmal daha da kötüleşerek devam etmektedir. Neticede, cinsiyet değiştirmekten tutun da, din değiştirmeye kadar çok geniş bir yelpazede ortaya çıkacak olan toplumsal yozlaşma, bir anda inanılmaz boyutlara taşınacaktır.

Aile olarak, çocuklarımızı seçici olmadan kendi hâline bıraktığımız takdirde çizgi film, sosyal medya, dizi ve eğlence programlarından tutun da, bizim ona okuduğumuz masalların satırları arasına bilinçli bir şekilde serpiştirilerek verilen telkinlerin zamanla ona, yaşadığı toplumla uyuşmayan bambaşka bir kimlik enjekte edeceği muhakkaktır.

Hatta o dönemde çocuk öyle korunmasızdır ki, çevresinde bulunan insanların maruz kaldığı her olumsuz durumun zararlarından bile payını almaktadır. Aynen sigara içmeyen birinin, sigara içen biriyle aynı odada bulunması gibi.

Uzun lafın kısası, su ısınmaya devam ediyor, kaynama noktasına gelmeden bu rehavetten kurtulmak gerek. Tabii, burada en büyük görev yine aileye düşmektedir. Şunu hiç unutmayalım lütfen: “ZOR OLAN, ÇOCUK SAHİBİ OLMAK DEĞİL, ÇOCUĞA SAHİP OLABİLMEKTİR…!”

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Diğer Yazılar

Zetyazilim Zetyazılım Tarafından Hazırlanmıştır.