single-image

YOL

‘‘ Önümde gri bir yol var. Umut kadar beyaz değil, umutsuzluk kadar da siyah değil. Olması gerektiği gibi, dünyanın kendisi gibi, gri bir yol. ’’ (Anonim)

***

Şükrü, üniversite sınav sonucunu eline aldığında müthiş bir sevinç ve mutlulukla annesine koştu. Yıllar yılı istediği, bu uğurda atari* oynamayı bile bıraktığı ve odasındaki test kitapları ile adeta kendi Mısır Piramitleri’ni oluşturduğu uzun yolun sonuna varmıştı.

*Atari: Gençler bunu sizin için yazıyorum. Eskiden bilgisayar, internet yoktu. En gelişmiş dijital oyun atariydi. Bir nevi şimdinin meşhur çevrim içi veya yüklemeli oyunları gibi. Atari salonlarına jetonla girilir, oyunun tam da en güzel yerinde paralar suyunu çeker ve hemen ardından evdekilere karne hediyesi olarak el atarisi aldırma baskısı yapılırdı. 

Şükrü hemen kılavuzdan üniversitesine yeniden baktı, içi gururla ve mutlulukla doldu. O zamanlarda Google’dan arama yapılan teknoloji olsa, sabaha kadar üniversitesini inceler, görsellere bakar ve ekşi sözlükte de hemen okulunu aratarak yorumları son sayfaya kadar okurdu kesin. 

Şükrü geleceğin Şükrü Öğretmeni olma yolunda attığı bu adımı eşle dostla paylaşmaya başladı. Bazıları “ Aferin Şükrü, seninle gurur duyuyoruz. ” sözleri ile Şükrü’ye haklı gururunu bir kez daha yaşatırken, bazıları da “ Öğretmenlik mi kazandın? Olsun yavrum olsun meslek, meslektir. ” şeklinde anlam verilemeyen tesellilerini(!) ilettiler Şükrü’ye. Şükrü öğretmen olmayı çok istiyordu. Hem de çok…

Güz dönemi geldi. Şükrü babası ile beraber, okuyacağı üniversitenin yolunu tuttu. Yaşadığı yerden farklı bir şehirdeydi okulu ve Allah’tan yurt başvurusuna hemen cevap gelmişti. İlk yılında bir yurt ortamına bakar, alışma turlarını tamamlar, sonra da kafa dengi birileri ile eve çıkardı. Hem yabancı dizilerde görüp çok imreniyordu: Ferah evler, fonda çalan tatlı bir müzik ve herkesin yemek yapıp arkadaşlarını davet ettiği masalar. Birlikte film izlemek, şuradan buradan konuşmak ve bir dolu muhteşem etkinlik de cabası üstelik. Yaklaşık bir yıl kadar sonra gerçekten eve çıkınca, hayallerinde hiç yer almayan ve ay sonu gelince ev arkadaşları ve diğer konuklarla birlikte on kişinin çoğunlukla atlet ve yanları çizgili eşofman ile bir menemen tavasının başında toplandığı anlar dışında birçok şey tahmin ettiği gibi gidiyordu. Fotoğraflara bakıp gülüyor, o menemenin tadını başka hiçbir yiyecekte bulamıyordu şimdilerde.

Günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor, Şükrü hayal ettiği okulda hayal ettiği bölümü okuyor ve ay sonu menemen rutini dışında her şey hayallerindeki gibi akıyordu. Şükrü derslerde konusu geçtikçe, geçmiş yıllardaki okul deneyimlerinde İngilizce öğrenirken hangi teknikler ile öğrendiğini düşünüyor ve hocaların anlattıklarını büyük bir şevkle not alıyordu. Öğretmen olduğunda, Bloom Taksonomisi ile ilerleyecek ve basamak basamak bunları yedirecekti planlarına. Yok öyle ezber kurallar, sıkışınca Türkçe çeviriler falan yok! Fiilin ikinci hallerini on beş kere yazdırmalar, aman aman maazallah! Çocuklar yaparak, yaşayarak, eğlenerek ve öğrenerek İngilizce konuşacaklardı. Hocalar boşuna mı anlatıyordu? Öğrencilerinin dili çeviri ve ezber metotları ile değil, edinim yoluyla öğrenmeleri kesinlikle çok daha kalıcı ve eğlenceli olacaktı. Aksi yapıldığında görülmüştü. Etrafındaki birçok kişi, her ünitenin konusuna göre her ne hikmetse o konuda mutlaka felaket sıkıcı bir aktivitesi ve bir de yapay tatta okuma parçası olan Mr. and Mrs.Brown yüzünden İngilizce konuşamamaktan yakınıyor, biri yanına yaklaşıp İngilizce konuşur ihtimaliyle tatil beldelerinde keyif çatmak bir yana fobi ve dert sahibi oluyordu. Acıları, acımızdı.

Şükrü üniversiteyi bitirmişti nihayetinde. Bölüm çapında bütünlemeye bırakma konusunda nam salmış hocanın dersinden bile geçtikten sonra heyecanla göreve başlamayı bekliyordu sonunda. 

İş ilanlarını gözden geçirdi ama dakika bir gol bir yahu! İlanların hemen hepsinde koca koca puntolar ile “ En az beş yıllık deneyim ” yazıyordu. İyi de bu insanların bu deneyimi kazanabilmesi için illaki bir yerden başlaması gerekiyordu. Üstelik devletin sınavına girmiş ve atanamamıştı. Olay üniversite bitirmek ile bitmiyordu ki sadece. Atanmak için sınav, özel bir kurumda göreve başlamak içinse “ EN AZ BEŞ YILLIK DENEYİM ”… Oysa sadece birkaç takım elbise ve diploma ile yapılacak heyecanlı başlangıçları vardı Şükrü’nün hayallerinde… Bunlar da neyin nesiydi şimdi ama?

Öğretmenlik kazandığını söyleyince “Olsun be Şükrü” diyenler haklı çıkmış veya bunu kastetmiş olabilir miydi acaba? Neyse umudunu canlı tutmaya canla başla gayret ediyordu çiçeği burnunda Şükrü Öğretmen…

Nihayet özel bir kurum kendisine ulaşmış ve görüşme için randevu vermişti. Şükrü güzelce giyindi, şöyle bir bilgilerini gözden geçirdi ve henüz konum atma gibi bir teknoloji söz konusu bile olmadığı için sekreterlikten verilen adresi hızlı hızlı ve dikkatlice yazdı Dostoyevski / Yeraltından Notlar kitabının ön kapağına… Bir gün bu kitabın eline geçip de, bu yazının kalbini sızlatacağını hiç bilmeden yazıverdi işte öyle…

Görüşme önce okul müdürü ile gerçekleşti. Okul müdürü çok babacan ve sıcakkanlı bir insandı. Nitekim ikram edilen çay birazcık acıydı. Çaktırmadan ve mahcup bir şekilde içti dilinde buruk bir his bırakan çayı ve hani bazen olur ya, o günü andıkça o buruk tadı hissetti hep Şükrü dilinin ucunda. Lobide beklerken biraz etrafı inceledi. Öğrenci panoları gereğinden fazla düzenliydi sanki… Bunlar yerine, öğrencilerin anlık yaptığı çalışmalar sergilenebilirdi aslında… Bu daha doğal olurdu gibi geldi. Kafiyeli şiir hoştu ama bazen serbest ölçü de tadından yenmezdi doğrusu…

Bir sonraki görüşme bölüm başkanı ile olacaktı ve İngilizce gerçekleşecekti. Şükrü biraz heyecanlandı. Evde ayna karşısında prova yaparken aralara serpiştirdiği havalı İngilizce sözcükleri unutuvermişti sanki… Aksan yapsa mı yoksa yapmasa mıydı? Sadece “r” harfini söylememekle İngiliz aksanı olmuyordu. Arada bir “amazing” demek ve İngiliz aksanının tam tersine “r” harflerine basmak ve dilinde yuvarlamakla tam olarak Amerikan aksanı tınısına da ulaşılamıyordu. Topu göğsünde yumuşatmanın da İngilizce ile uzaktan yakından alakası yoktu. İş görüşmesinden önce maç özeti izlememeliydi diye düşündü saniyelik. Bazen çok heyecanlanınca konu ile ilgili veya çoğunlukla bir yığın da ilgisiz şey geçer ya insanın zihninden. Şükrü tam onu yaşıyordu. Ne eksik, ne de fazla… Neyse ki emin olduğu bir şey vardı, o da İngilizce biliyordu. Adından da aldığı kuvvetle “ Çok şükür! ” dedi ve odaya davet edildi.

Bölüm başkanı eski Türk filmlerinde okul müdürlerinin oturduğu ihtişamlı bir masada oturuyordu. Şükrü’yü karşıladı ve kısa bir Türkçe diyalogdan sonra o meşhur ve laf olsun diye nezaketen sorulan soruyu sordu. “ Shall we continue in English Mr. Çelebi?”  (İngilizce devam edelim mi Sayın Çelebi?) Yılların Şükrü’sünün iki dakikada Mr.Çelebi’ye dönüşmesi o an için yepyeni bir yola girmekte olduğunu hatırlattı Şükrü’ye. Biraz da komik geldi aslında, sanki gerçeklikten uzak gibi. Neyse o an çok da derine dalmayıp anda kalmak iyidir derken içinden, birden mülakata daha fazla hazırlanması gerektiğini düşündü. Oysa insanın “ keşke ” demekle bir yere varamayacağı hakkında ne nutuklar atıyordu, geriye ardında sadece boş bir menemen tavası ve ekmek kırıntılarının kaldığı o unutulmaz yemek sonrası muhabbetleri esnasında…

Şükrü soruları yanıtlarken teorik olan her şeye elinden geldiğince cevap vermişti ve gayet de iyi kotarmıştı işi. Sadece sınıf yönetimi ve uygulamalar hakkında sorulan sorulara sürekli “ Henüz tecrübem yok ama staj yaparken …… ” şeklinde başlamak sanki biraz elini zayıflatmıştı. Olsun her şeyin bir başlangıcı vardı ve en iyi yazarların bile başyapıtları mesleklerinin ortalarında gelivermişti. İlk kitabında popüler olanların birçoğu ise akılda kalmamıştı. Böyleydi bu veya Şükrü böyle olmasını istemişti. Bilemedi. Aksan yapmamak da iyi bir fikirdi. Dümdüz devam etti Şükrü. En kısa yol bildiğin yoldu zira.

Bölüm başkanı Şükrü’ye teşekkür etti ve yumuşak bir şekilde Türkçe’ye geçiş yapıldı. İnsan Kaynakları, Şükrü’ye en kısa zamanda ulaşacaktı. 

Nitekim öyle de oldu ve Şükrü sonunda bir başlangıç yaptı. İngilizce zümresine girdiğinde herkes Şükrü’yü selamladı ve sohbet başladı. En yeni öğretmenin üç yıllık tecrübesi vardı, onun bile ilanların aranılan kişisi olmasına iki koca sene vardı yani daha. Şükrü’ye çok uzun geldi birden kat etmesi gereken yol…

Zümre başkanı geldi. Şükrü’ye kitaplarını uzattı ve programını verdi. Programda çok fazla boş saat vardı ve Şükrü biraz bozuldu. Keşke daha çok dersi olsaydı. Zümreden biri Şükrü’ye kahve yaptı ve makinenin yerini gösterdi. 

Teneffüs bitti. Ziller çaldı. Öğretmenler kitaplarını alıp, birer birer odadan ayrıldı. Şükrü de kitabını alarak koridorun sonundaki sınıfına doğru yola koyuldu. Kalbi sanki ağzında atıyordu. Koridordaki müdür yardımcısı Şükrü’yü süzdü, gülümseyerek elini sırtına koydu ve bir yandan da sınıfa girmeye direnen öğrencileri fırçaladı tatlı sert tavrı ile. Lacivert, sarı kravatıyla Fenerbahçe’li olmalıydı müdür yardımcısı. Öğretmenlerin hem kendisinden çekindiği hem de çok sevdiği biri olduğunu öğrendi zamanla. 

İşte sınıfın kapısındaydı. Çocukların merakla kendisini süzdüğünü fark etti. Yerlerine oturmalarını söyledikten sonra, kendini tanıttı hem de İngilizce. Çocuklarla hiç Türkçe konuşmayacaktı. Mümkün olduğunca duya duya da aşinalık kazanmaları ve taklit ederek öğrenmeleri güzel sonuçlar verecekti. Sabırlıydı ve de azimli.

Kısa tanışmadan sonra kitaba geçti. Konusunu işledi. Etkinlikleri yaptırdı ama ders biraz düz ve eğlencesiz geçmişti sanki. Zümrede bu durumu paylaştı. Kimisi “ Aman hocam kontrolü elden bırakma, o sınıf biraz hareketli, aynen devam et. ” derken kimisi de “ Bak yarın kelimelerle ilgili bu oyunu oynat, çok seviyorlar. ” dedi.

Günler böyle geçip giderken, Şükrü derslerinden daha çok keyif alıp, tatmin olmaya başlamıştı. O ilk günkü izler silinmişti. Çocuklara aktivite yaptırıyor, eliyle hazırladığı materyallerle yarışmalar düzenliyor ve onları ikili çalıştırıp veya gruplayarak birbirlerinden öğrenmelerine gayret gösteriyordu. Zümre arkadaşları ile de kaynaşıvermişti. Boş derslerinde ödev hazırlıyor, kahve içiyor, dersini gözden geçiriyor ve ara sıra kayınvalidelerini çekiştiren veya aralarında tatlı tatlı rekabet eden öğretmenlere kulak kabartıp, gülümsüyordu.

Bunları yaparken çeşitli badireler atlatmadı da değil tabi. Bazen zümredekiler “ Ben de böyleydim ilk başladığımda, kesip biçerdim habire. Heves, heves işte. ” diyordu. Bazıları da Şükrü gibi habire uğraşıyor, yaptıklarını paylaşıyordu. Zümre başkanı çok yardımsever, vizyoner ve akademik anlamda yeniliklere çok açık biriydi. Şükrü’yü bıkmadan dinliyor, ona yeni fikirler veriyordu. Üstelik bunu yaparken, bilgisayarın ekranından gözünü ayırmıyor, on parmak ve hızlı hızlı yazı yazıyor ve aynı anda da anlatılan minicik bir detayı bile kaçırmadan yakalayıp tepki veriyordu her şeye. Şükrü’nün rol modeli belliydi ve bunu düşündükçe mutlu oluyordu. Zümre başkanından çok şey öğrenmişti; hem eğitim hem de hayat yolu ile ilgili.

Zihin birliği yapılan, ortak amaç ve doğrultuda ilerlenen ve kendini devamlı güncelleyen meslektaşları ile birlikte çalışmak tadından yenmiyordu. Ama yeni bir mezun olarak güncel bilgilerle idealize ettiği sistemi oturtmaya çalışırken hiç beklemediği eleştiriler ile karşılaşmak can sıkıcı olabiliyordu Şükrü için.

***

X Öğretmeni: “ Şükrü Öğretmenim, sıraların yerini değiştirmişsin, sınıf karman çorman olmuş. ”

Şükrü: “ Hocam grup çalışması yaptırdım o yüzden. ”

X Öğretmeni: “ Ama çok gürültü yaparlar öyle, şikayet gelir. ”

Şükrü: “ Açıklarım hocam, çocuklar eğleniyor. ”

***

İdareci: “ Şükrü Hocam, sınıftayken dersine camdan baktım. Çocuklar tencerede patlayan mısır gibi bir o yana, bir bu yana koşuyorlardı. Bak Fikret Öğretmen’in sınıfına, mum gibi maşallah! ”

Şükrü: “ Hocam yarışma yapıyorduk, oturdukları yerden olmuyor maalesef. ”

İdareci: “ Olur, olur. Hep şarkı, türkü, yarışmayla olmaz. Kitabı yetiştir bak sene sonuna kadar. ”

***

İdareci: “ Şükrü Hocam, okuma parçasını daha hiç okutmadan soru soruyormuşsun çocuklara. Velimiz aradı dün. ”

Şükrü: “ Hocam önce warm up (ısınma) soruları soruyorum. Çocuklar aşina olsun, tahminlerini söylesin diye. Bu bir okuma tekniği. ”

İdareci: ‘‘ İyi yapıyorsun, iyi diyorsun ama bilmedikleri yerden sorma sen yine de. Hele bir okusunlar. Sonra sor sorunu. ”

Şükrü: (Gülümsüyordu)

***

Bir Anne (Veli): “ Şükrü Hocam, geçen seneki öğretmenimiz kelimeleri on kere yazdırıp ezberletiyordu. Bir de çocuklara Türkçe açıklıyordu. Siz hiç yazdırmıyorsunuz ve hep İngilizce konuşuyorsunuz. ”

Şükrü: “ Ezber yöntemlerle çocuklar öğrenir bazı şeyleri ama iletişim kuramaz. Bu sebeple proje ödevlerini tercih ediyorum. Sınıfta bana İngilizce anlatıyorlar projelerini. İngilizce konuşmam ise onların faydasına. Ne kadar duyarlarsa, o kadar akıcı konuşurlar ve aşinalık kazanırlar. ”

Bir Anne (Veli): “ Anladım hocam, tamamdır. ”

***

Zümre Arkadaşı: “ Şükrü Hocam, her şeyi asıyorsun panoya, bizim sınıflar da görüp istiyor sonra. ”

Şükrü: ‘’ Yani hocam? ‘’

Zümre Arkadaşı: “ Yani ne bileyim? Zümrece böyle bir karar almadık sonuçta. Ortak hareket etmemiz gerekmez mi? ”

Şükrü: “ Bir şeyleri yapmayarak değil de yaparak hareket etmiş olmaz mıyız, hocam? Bunu iletelim bölüm başkanımıza, siz de yapın. ”

Zümre Arkadaşı: “ Ay ben sınav okuyacağım daha. ” 

Şükrü: ???

(Bir daha pano konusu hiç açılmadı, sır gibi kaldı o gün bugündür.)

***

Şükrü Öğretmen kitap tanıtımı ve eğitimi için gelen insanlardan da yeni şeyler öğreniyordu. Kendisinden daha tecrübeli bazı öğretmenlerin bu toplantılardan sıkılmasına şaşırıyordu. Kimisi eve gidince yemek yapması gerektiğini, kimisi bunları yüz kere dinlediğini söylüyor, bazıları da izin alıp gitmek için zümre başkanının masasını arşınlıyordu. Almanya’dan oğlu geldiği için kiracısına evi boşaltmasını söyleyen ev sahibi karakterini anımsayıp gülüyordu bazen Şükrü… Şaka bir yana, gerçekten işi gücü olanlar da olabilirdi tabi.

Bir yıl geçti, yıllar geçti ve Şükrü Öğretmen tüm öğrencilerin, tüm idarecilerin, çalışma arkadaşlarının, velilerin ve okulda çalışan herkesin kalbini kazanarak ilerledi bildiği ve hiç vazgeçmediği yolda. Öğrendiklerini büyük bir emek ve azimle uygulamaya çalışırken, değişikliklere ve yeniliklere hep açık oldu. “ Aman zaten hep biliyoruz bunları, hep aynı şeyler ” diyen meslektaşlarına yeni ufuklar açtı ve ilham verdi. Bir zamanlar aynı kendisi gibi mesleğe yeni başlayanlara en büyük tavsiyesi “ Öğretmenlik sadece bir meslek veya bir görev değildir. Öğretmenlik bir adanmışlık davasıdır. Şayet her derdini, her düşünceni sınıfın kapısının dışında bırakıp, çocuklarına verebileceksen tüm sevgini ve enerjini; işte o zaman her şeyi başarabilirsin. Ancak bu gücü kendinde bulamıyorsan ve herkesten önce kendine bu sözü veremiyorsan, mutlaka başka bir alanda değerlendireceğin farklı bir potansiyelin veya yeteneğin vardır. Bu noktada iyi düşünüp, karar vermelisin. ”  olurdu.

Az sonra bir randevusu vardı Şükrü Öğretmen’in. İlkokul kademesine yeni bir öğretmen gerekiyordu. Adayımız, henüz Haziran ayında mezun olmuştu üniversiteden. Adayın okul müdürü ile ilk görüşmesinde gözlerindeki pırıltıdan anlamıştı Şükrü Öğretmen. Öğretmenlik ve öğretmenlik pozisyonu için beş senelik tecrübeden ziyade, gözlerdeki o pırıltı ve heves daha otantik ve gerçekçi bir kriterdi. İçinde “çocuk” ve “öğretmenlik” geçen cümlelerde çiçeği burnunda öğretmenin gözleri başka bir ışık saçıyor, cümleler ağzından dökülüveriyordu heyecandan terleyen avuçlarına rağmen.

Öğretmenlik bir şiir sanatıysa, çocuk sanatın ta kendisiydi. Yalnız ve ancak kıymet bilen sanatçıların elinde büyüyen, yetişen, filizlenen, çiçek açan ve içimize sıcacık güneşi doğduran…

Şükrü Öğretmen biraz durdu ve düşündü. Bizim umudumuz da yoldu… Ve yolda birlikte yürüdüklerimiz… Bizim umudumuz da çocuktu… Gelecekti ve geleceğe bırakabildiklerimiz…

Her ne olursa olsun, yollar kapanmamalı ve yeni yollar açılmalıydı aydınlığa. Kara bulutların çöktüğü yerlere gidecekti bu yollar ve gün ışığı ile yeniden buluşacaktı kalpler…

Yıllar öncesine gitti Şükrü Öğretmen ve gülümsedi. Gözlüğünü düzeltti ya da gözündeki damlacığı sildi. Bilinmez. Kütüphanesinin en baş sırasında yer alan Dostoyevski, Yeraltından Notlar kitabının ön kapağını anımsadı bir an…

“ Shall we continue in English, Ms. Bozkurt? ”

15 Yorumlar
  1. Dilek Kesentaş 3 yıl ago
    Reply

    “Şükrü Ögretmen” hepimizi geçmişe götürdü eminim. Yollar hiç kapanmasın , Şükrü Öğretmenler hep olsun.

    • Rukiye Şahin 3 yıl ago
      Reply

      Bunu tüm kalbimle dilerim canım dostum❤️ Çok teşekkür ederim.

  2. Hatice bahçecik 3 yıl ago
    Reply

    Bayıldım çok severek okuduğum bir yazı daha rukiye hanım süpersiniz

    • Rukiye Şahin 3 yıl ago
      Reply

      Çok teşekkür ederim. Çok mutlu oluyorum.

  3. Nilüfer arslan 3 yıl ago
    Reply

    İnşallahbirgün kitaplarınızı okuruz hocam♥️

    • Rukiye Şahin 3 yıl ago
      Reply

      İnşallah🙏🏼❤️

  4. Hikmet arslan 3 yıl ago
    Reply

    Öğretmen hanım her hafta birbirinden güzel konular severek okuyoruz teşekkür ederiz

    • Rukiye Şahin 3 yıl ago
      Reply

      Çok teşekkür ederim.

  5. Ece 3 yıl ago
    Reply

    Her hafta başka bir yol oluyor yazılarınız bize. Gündemden uzaklaştırıyor ve bildiğimiz kalıpların dışında şeylerden bahsediyor. Taze bir veli olarak severek okuyorum ❤️

    • Rukiye Şahin 3 yıl ago
      Reply

      Çok kıymetli bu düşünceleriniz. Çok teşekkür ederim❤️

  6. doğan 3 yıl ago
    Reply

    yine cok iyi olmuş. ✍

    • Rukiye Şahin 3 yıl ago
      Reply

      Çok teşekkür ederim. Çok mutlu oluyorum.

  7. ABG 3 yıl ago
    Reply

    🥲

  8. Yasemin Kangazi 3 yıl ago
    Reply

    Çocuğum ve toplum için Şükrü öğretmenlerin çok fazla olması dileğiyle 👌🙏

    • Rukiye Şahin 3 yıl ago
      Reply

      Benim de en büyük dileğim bu❤️

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Diğer Yazılar

Zetyazilim Zetyazılım Tarafından Hazırlanmıştır.