single-image

MODERN SÖMÜRÜ SİSTEMİ: FUTBOL

Gladyatör; Eski Roma‘da genellikle savaş esirleri ve kölelerden oluşturulan, Romalı insanları eğlendirmek, Roma halkını askerliğe, dövüşlere ve olası savaşlara hazırlamak amacı ile halkın seyirciliği refakatinde birbirleri veya vahşi hayvanlarla dövüşmek zorunda bırakılan insanlara denir.

Önceleri sadece aşağı tabakadan seçilen gladyatörlük, daha sonra bir meslek haline geldi ve gladyatör yetiştirmek amacı ile akademiler açıldı.

Tıpkı zamanımızda futbol okulları ve futbol akademilerinde olduğu gibi…

Oyunları düzenleyenler, gladyatör okulları arasındaki rekabeti kullanmış ve ünlü oyuncuların kazandığı karşılaşmaların reklamını yapmıştır.

Tıpkı zamanımızda spor kulüplerinin arasındaki rekabet ve oyuncu simsarlığı, menajerliği gibi…

Arena, Eski Roma’da kum anlamına gelir ve genellikle boğa güreşi, yarış, oyun vb. türlü gösteriler yapılan alana verilen isimdir.

Şimdilerde birçok eski stadyum ve spor salonlarının adının yanında, yeni stadyumların ise hepsinin adına ‘‘Arena’’ kelimesi konulmaya başlandı. Allianz Arena, Veltinz Arena, Mercedes Benz Arena, Bay Arena, Volswagen Arena, Red Bull Arena, TT Arena, Ülker Arena, Vodafone Arena vs.

Gladyatörler, kendilerini satın alan gladyatör okulu sahipleri tarafından eğitilirdi. İnsanla hayvan arasında yapılan dövüşlerde arenaya salınacak hayvanlar, değişik yerlerden getirilen yırtıcılardı.  Bu hayvanlar arenanın altındaki galerilerde günlerce karanlıkta aç olarak bekletilirler ve yukarı salınmadan önce de kızgın demirlerle dağlanarak daha da vahşi olmaları sağlanırdı. Sonunda beklenen an gelir ve arenanın ortasındaki ‘‘mortal’’ (ölüm) denilen kapak açılır ve gladyatör yukarı çıkardı. Ardından ‘‘vital’’ (yaşam) kapağı açılarak vahşi hayvan arenaya salınırdı. Hayvan, binlerce insanın çığlıkları arasında gladyatörü yakalar ve yemeye başlardı.

Tıpkı zamanımızda daha modern bir şekilde uygulanan sırayla misafir takımın, ev sahibi takımın sahaya çıkışları, yani modern kölelerin seremonileri ve on binlerce insanın aynen o zamanlardaki gibi çılgınca tezahüratları. Futbolculara daha ateşli oynamaları için verilen teşvik ve prim desteği gibi.

O dönemin gladyatör okulları gezici kumpanyalar gibi eyaletleri dolaşıp amfi tiyatrolarda gösteriler yaparak, sahiplerine büyük paralar kazandırırlardı. Gidilen şehirlerde günler öncesinden yazılan ilanlarla dövüşler anlatılarak biletler satılırdı. Ricacılara ve alkışçılara bedava biletler verilerek de katılımın artması sağlanırdı.

Tıpkı zamanımızda kulüplerin hazırlık zamanlarında çeşitli bölgelerde gösteri ve hazırlık maçları yapmaları, müsabakaların gerek stadyumda gerekse tv başında izlenme oranının artması için oluşturulan reklam çalışmaları, kulüp yöneticileri ve federasyonların kayda değer paralar kazanmaları, bazı hatırı sayılır kişi ve kurumlara, yönetimlerin kendi has adamlarına ücretsiz bilet dağıtması gibi.

Halkın bu gösterilere büyük ilgisi oluyordu. Devletler de gelişen bu sektörden memnundu. Zira bir yandan halkın günlük sıkıntılardan uzaklaştırılıp deşarj olması sağlanırken, öte yandan da amaç gençleri savaşçı ruha özendirmekti.

Tıpkı zamanımızda devletlerin halkın futbolla ilgilenip asıl önemli konulardan uzaklaştırılması ve gelirden gelen vergi akışının çok tatminkar olmasından vazgeçilememesi, futbolun halkın bir hobisi ve deşarj olma etkinliği gibi gösterilmeye çalışılması gibi.

Evet Futbol !

Futbol, dünyanın en çok izlenen, en çok oynanan, en çok ilgilenilen, en çok yorumlanan, en sevilen, en çok şiddet içeren, en çok bahis oynanan ve en çok paranın döndüğü en popüler endüstrisi.

M.Ö. 600’lü yıllarda topla oynanan ilk oyunun antik Yunan literatüründe “çok sert ve vahşi” olarak  anılan bir oyun olan “Harpaston” olduğuna inanılır ve eski Yunanca’da “El Topu” anlamına gelir. Romalılar, oyunun kurallarına topa ayakla vurmayı da ekleyerek oyuna “Harpastum” adını verirler ve Julius Sezar zamanında bir çeşit kavga benzeri vahşi oyunu ileride modern futbolun beşiği olacak İngiltere’ye getirirler. Harpastum’un kitleleri peşinde sürükleyen popüler bir oyun haline gelerek “Football” adını alması ise Ortaçağ’da yeni vatanı İngiltere’de olur.

İngilizler, yüzyıllardır oynadıkları oyunu 19. yüzyılın 2. yarısından itibaren ulusal sporları olarak sistematik bir şekilde aşama aşama geliştirerek, dünyaya ihraç ettikleri büyük bir sektör haline getirirler.

Futbolun ülkelere hızla yayılması ve futbol takımlarının kurulmasıyla birlikte uluslararası maçlar da oynanmaya başlar, “milli takımlar” ortaya çıkar, ülkelerin futbol federasyonları kurulur. Futbolun kitlelere yayılarak yoğun ilgiyle takip edilmesi neticesinde yavaş yavaş futbol kendi endüstrisini de oluşturur. Transfer edilen profesyonel futbolcular, parayla seyredilen futbol maçları gibi ekonomik güç muhteva eden yapılanmalardan sonra, İngilizler 1920’de lig maçlarını tahmin ederek bahse girmek üzerine kurulmuş ilk spor toto uygulamasını Birmingham’da başlatırlar.

28 Mayıs 1928’de Amsterdam’da toplanan FIFA Kongresi’nde  ilk Dünya Kupası’nın düzenlenmesine karar verilir. Futbolu dünyaya armağan eden İngilizler, FIFA’ya karşı uyguladıkları boykot nedeniyle FIFA tarafından ilk dünya kupasına davet edilmezler ve bu durumun etkisiyle ilk dünya kupası 1930’da Uruguay’da düzenlenir.

Fransız spor gazetesi L’Equipe, “Avrupa’nın en iyi futbol takımını belirlemenin zamanı geldi” sloganıyla bir turnuvanın detaylı bir projesini hazırlar ve 2 Mart 1955’teki ilk UEFA kongresini fırsat bilip Avrupa’da futbolun düzenleyicisi konumuna gelirler. Bu yeni organizasyona, kendi dizayn ettiği Avrupa Kupası fikrini benimsetmeye çalışır ve başarırlar. Paris’teki toplantı büyük bir başarı elde eder ve modern futbol endüstrisinin ilk ayak sesleri eşliğinde Avrupa Kupası turnuvasının ilk gelirlerinin paylaşım modeli ortaya çıkar.

Gelir nasıl paylaşıldı?

Fransızların teklifine göre, her maçın gelirinden vergiler, statların kirası (o tarihlerde bazı ülkelerde statların sahibi kulüpler değil belediyelerdi, Türkiye’de durum halen bu şekilde devam etmekte!), organizasyon ile hakem masrafları ve misafir takım için 1.000 ABD Doları düşülecek ve geri kalan gelirin;

1) Yüzde 5’i ev sahibi takımın Futbol Federasyonu’na;

2) Yüzde 60’ı ev sahibi takıma;

3) Yüzde 30’u oynadıkları maç sayısına bağlı olarak tüm katılımcı takımlar arasında paylaşılmak üzere bir havuza;

4) Yüzde 5’i ise organizasyonun masraflarına ayrılacaktı.

Real Madrid FC’nin Başkanı Santiago Bernabeu’nun rekabeti güçlendirmek adına ortaya attığı fikri kabul görerek ve her maçın gelirinin her 2 takım arasında eşit olarak paylaşılmasına karar verildi.

Ülkemizde Futbol!

Çok gerileri irdelemeye gerek yok. İlk kurulan takımlardan bu zamana kadar yaklaşık 112 yıl geçmiş. Dört büyükler ve zamanla isimleri değişen geriye kalan kulüpler olarak süregelen bir rant, pazar endüstrisi. Adalet kavramının sadece sözde bir kavram olarak yaşadığı, yöneticilerin halkı isyana ve galeyana teşvik edici demeç ve eylemleriyle, spor yorumcularının taraftarı olduğu takımın fanatizmi ile ilkelerden ve doğruluktan, sportiflikten bihaber yazı ve yorumlarıyla, futbolcuların sahada birer gladyatör nidasıyla savaşmaları ve edep dışı, etik olmayan, fair playla bağdaşmayan Türk kültürünün dışında olan hal, hareket ve sözleriyle, müsabaka tahminlerinin yapılması amaçlanarak maçlara gayri resmi müdahalelerin yapılması, bahisler üzerinde ayarlamalar yapılması, şike ve teşvik primlerinin ortalıkta dolaşmasıyla, yayın geliri adı altında bazı rant paylaşımlarının gizli tutulmasıyla, sürekli adaletin olmadığı ortamda hakemlerden adalet beklenmesiyle yoğrulmuş, pişirilmiş ve halkın önüne sürülmüş bir tezgahtan ibarettir.

Ülkemizde insanlar artık takım taraftarlığı ile farklı tarzda bir guruplaşma içinde yaşamaktalar. Öyle ki arkadaşlar, hatta kardeşler arasında dahi taraftarlık çatışmaları yaşanmakta. İnsanlar zar zor kazanabildikleri ücretlerin bazen hatırı sayılır kısmını futbol uğruna seyir için veya bahis yoluyla harcamaktalar. Halkımız taraftarı olduğu kulübü için gerekirse kavga etmekte, şiddet uygulamakta; bulunduğu yer, mekan ve kamu malına zarar vermekte, hatta katil bile olabilmektedir. Bütün bunları hatırı sayılır paraları kazanan, iç eden, harcayan futbolcu (gladyatörler, modern köleler), onların yöneticileri (sahipleri) ve bu işten nemalanan ama kendisini hiçbir şekilde düşünmeyen patronlar (asiller)  için yapmaktadırlar.

Tüm işleyişe bakıldığında dünyayı boşa meşgul eden, toplumları ayrıştıran, devletlerin farklı açıdan güç gösterilerine dönen, zenginin daha çok kazandığı, para aklamanın en ideal yollarından biri haline gelen ‘‘Futbol Arenası’’ İngilizlerin yeni dünya oyuncağından başka bir şey değildir.

Kurtulmak mı? Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın ama nasıl ve kim yapar bilemeyiz. Fakat acele edilmesi gerektiği muhakkak.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Diğer Yazılar

Zetyazilim Zetyazılım Tarafından Hazırlanmıştır.