single-image

ÇOCUĞUMUZ İÇİN BİR ÖZEL OKUL SEÇMEK

Toplumların eğitim düzeyi yükseldikçe aileler çocuklarına eğitim aldıracakları kurumu seçme konusunda daha özenli, daha titiz hareket etmeye yönelmektedirler. Bu noktada eğitim kurumları öğrencilerine akademik gelişmişliğin yanı sıra sosyal, duygusal ve fiziksel alanlarda da hizmet sunduğu ölçüde daha tercih edilir olmaktadır.

Ancak şunu üzülerek ifade etmeliyiz ki, velilerin büyük çoğunluğu satın alacakları eğitim hizmeti karşılığında çocuğa ve aileye neler sunulacağı konusunda yeterince bilgi sahibi olmadıkları için kurumu sorgulayamamakta, çoğunlukla yıllık ücrete odaklı, biraz da albeniye kapılarak okul seçimi yapmaktadırlar. Oysa bireyin yetişkin olarak hayata atıldığı dönemde en çok ihtiyacı olan şey, tüm hayatı boyunca sosyal çevrede kabul göreceği davranış boyutundaki kazanımları olmaktadır. Bu nedenledir ki, okulun en başta gelen görevi, bireyi -sadece mesleğe değil- hayata da hazırlamaktır.

“Anne ve baba olmak” ve “çocuklarımızın geleceğine ilişkin karar vermek” oldukça önemli ve bir o kadar da zor bir durum… Kendimiz hakkında kararlar alırken nispeten daha rahatız. Ama çocuklarımız adına o kadar rahat olamıyoruz maalesef. Ya yanlış yaparsak,  ya seçimimiz hatalı olursa diye endişe ediyoruz!… Yetişkinler olarak yaşadığımız birçok sorunun, bebeklik döneminden kalma hatıralar olduğunu bildiğimiz için yanlış bir adım atarız diye kaygı duyuyoruz. 

Her çocuğun ilk öğretmeni anne ve babasıdır. Bunu biliyoruz. Doğumla birlikte çalan ders zilini duymayan anne ve babaların sonradan pişman olduklarını, evde boş geçen derslerin telafisinin ağır olduğunun da farkındayız. Ama okul öncesi döneme ne kadar dikkat edersek edelim, çocuğumuz okul çağına gelince evde oluşturduğumuz müfredatı sonlandırıp, onları okula götürmek zorundayız.

Çocuğumuzu okula verirken en çok güven duygusuna ihtiyaç duyarız. Canımızdan çok sevdiğimiz ciğerparemizi emanet ettiğimiz kişilerin iyi insanlar olmasını diliyor ve bunun için kaygılanıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, zihniyetler, hatıralarla oluşuyor. Ve çocukların hatıralarında başrolleri önce anne babaları, sonra öğretmenleri alıyor. 

Yani biz rolümüzü ne kadar iyi oynasak da, zamanı geldiğinde çocuklarımızı güzel hatıralar biriktireceği bir eğitim kurumuna teslim etmek istiyoruz. Çünkü doruk performansa ulaşmak için doğru başlangıç çok önemli.

Şu an için çocuğumuzun okul öncesinden başladığını varsayarsak, yıllar sonra içinde bulunduğu yaşın gerektirdiği, bilişsel, fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimini tamamlamış her yönden mükemmel bir genç olarak karşımıza çıkmasını istiyorsak, çocuğumuzu vereceğimiz eğitim kurumunu “sorgulayarak seçmek” en iyi, en doğru olan yöntem değil midir?

Öncelikli husus, beklentilerimiz ve ihtiyaçlarımız arasında uyum olmasıdır. Bir anne ve baba olarak okul tarafından bize vaat edilenlere değil, var olanlara bakmalı ve bu var olanların ihtiyaçlarımızla örtüşüp örtüşmediğini görüp anlamalıyız.

Çocuğunu özel okula veren velilerin temel olarak iki beklentisi vardır: İlki, çocuğunun toplumda saygınlığı ve iyi geliri olan bir meslek sahibi olması (okulun öğretim kısmı, diğer bir deyişle karnenin sol tarafı). İkincisi ise, iyi insan olması (okulun eğitim kısmı, pek de dikkate alınmayan karnenin sağ tarafı).

Bunlardan ilki için nitelikli öğrenme ortamları oluşturmak ve çocuğa rehberlik etmek çok önemlidir. Bu noktada eğitim kurumu, “öğretmek” gibi bir yanlışa düşmeden “birlikte öğrenmeyi” hedef almalıdır. Zira uygulamasında sadece “öğretmek” olan bir okulda öğrenci her zaman edilgen, pasif durumdadır. Buna karşın “birlikte öğrenmek” öğrencinin merak duygusunu tetikleyen, onu isteklendiren etkileşimin yoğun yaşandığı akademik bir etkinlik sürecine işaret eder. Çocuklarımızı vereceğimiz eğitim kurumu, “Öğrenmeyi sevmek  ve sevmeyi öğrenmek” sloganını benimsiyorsa, hem eğitim, hem de öğretim açısından içiniz rahat olabilir. 

Akademik yeterlilik deyince ilk akla gelen çocuğun bilişsel etkinlikleridir. Bu etkinlikleri destekleyen, onlara anlam katan hatta besleyen iki önemli unsur daha vardır. Bunlar fiziksel faaliyetler ile çocuğun sosyalleşmesinin ve duygularının davranışa dönüştüğü sosyal ve duygusal gelişim süreçleridir. “Evrensel Değerler Eğitimi” diye de isimlendirilebilecek bu süreç, adeta sıfırların önüne konulan “bir” rakamı gibi düşünülebilir. Bu “bir” olduğu sürece bireyin hayatı boyunca kazandığı -sıfır rakamı ile sembolize edilen- her şey anlam ve değer kazanacaktır.  Bu manada okul, çocuğun ailesinden almış olduğu temel insani değerleri koruyup geliştirmek ve davranış haline dönüştürmek gibi bir görev üstlenmelidir. Bu konu, esas itibarı ile bireyin insani yönünü ilgilendirdiği için çocuğun hayatına dokunan herkesin (öğretmen, idari personel, servis sürücüsü, kantin görevlisi, hizmetliler vb.) sorumluluk hissetmesi gereken bir konudur. Bireyin hayatında değer oluşturabilecek şeyler genel olarak edinim şeklinde gerçekleşir. Çocuk, yetişkinleri modelleyerek öğrendiği için ebeveyn başta olmak üzere onun tüm yakın sosyal çevresi, okula başladıktan sonra da öğretmenleri ve tüm okul çalışanları bu sorumluluğun farkında olmalıdırlar.

Burada eski bir atasözümüzü –Zarfa değil mazrufa bakmalı!– hatırlamak tam yerinde olacaktır. Yani dış görünüşün aldatma ihtimalini hiçbir zaman göz ardı etmemeli, öze, içeriğe bakmak ise esas olmalıdır.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Diğer Yazılar

Zetyazilim Zetyazılım Tarafından Hazırlanmıştır.